8 Aralık 2017 Cuma

Çekirge'nin Yolculuğu

Dar zamanlarda çocuk edebiyatına sığınıyorum bu aralar. Azıcık umut ve güzellik katma telaşındayım bizden bağımsız akan hayata. Arnold Lobel tarafından yazılan ve Kelime Yayınları tarafından basılan Çekirge'nin Yolculuğu da işte böylesi bir zamanda elime aldıklarımdan. Bu sefer küçük cadı uyuyor, yani bu akşam ona başka bir kitap okudum aslında. Şu an üzerine yazdığım kitabı ise sadece kendime okudum :) Merak etmeyin, elbette küçük cadıma da okuyacağım. Kitabın çevirmeni sevgili Ece Özkan'ın annesi Seray Dündar Özkan, meğer siz ne güzel bir dokunuş bıraktınız hayatımıza. Sayenizde bu kitapları okudum ve yazarını tanıdım. Belki de daha sonra tanıyacağımız yazar ve kitapları öne çektiniz bizler için ve iyi ki de öyle oldu. Böylece her okuduğum kitapta sizin de adınızı geçme fırsatı tanıdınız bana :) Farklı zamanlarda annelik tecrübesinden geçenlerin birbirine güzel dokunuşları bunlar ve bu anlamda bana da örnek oluyorsunuz. Bu arada Ece'ye hiç gelemiyorum ama o artık bizim küçük cadının Ece ablası ilan edildi :)


Kesinlikle şunu söyleyerek kitaba başlamam gerekiyor ki; okuduğum en güzel kitaplardan bir tanesi. Çekirge deyip geçmeyin lütfen, nasıl da güzel bir canlı karşımda bir bilseniz! Nasıl da umut dolu, dogmatik olandan uzak, yenilikçi ve azimli. Nasıl da yaşamdan keyif alan, nasıl da farkındalıkları yüksek bir çekirge o öyle. İnanın imrendim hayata bakışına bu çekirgenin. Yalnız kalacağını bilse de, inandığını söylemekten çekinmeyen bir karakter. İnsan ister istemez okurken, yaşamda kaç tane kaldı böylesi insanlardan diye düşünüyor.

Önce günün en güzel zamanı "sabah" diye düşünen bir grup böceğe denk geliyor çekirge ve o da aynı sloganı tekrarlıyor. Böylece bir karşılama seramonisi içinde  buluyor kendisini çekirge. Buraya kadar tamam, peki sonra ne oluyor dersiniz? Çekirge günün diğer saatlerini de sevdiğini söyleyince kıyamet kopuyor. Böcek kulübünü birarada tutan slogandan koparak bunun bedelini de yaşıyor elbette. Düşünsenize iki dakika önce el üstünde tutulan çekirgemiz bu sefer dışlanıyor kulüpten. Aklıma niyeyse klasik olsa da "Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar" cümlesi geliyor. Başka tarafından baktığınızda partizanlık bazında ve körü körüne bir bağlılık içinde olan insanların aykırı/farklı/değişik söylemlere nasıl da kapalı olduklarına tanık oluyoruz. İtaat ve biat zincirinin nasıl da kırılgan ve dışlayıcı olduğunu da görüyoruz böylece. Güzel olan yanı ise çekirgenin istediğini söylemesi ve bunun yarattığı sonuçlara hazır olması.

Günün ilerleyen saatlerinde farklı canlılarla maceralara giren çekirge, her gün aynı şeyleri yapan üç tane kelebek ile karşılaşıyor ve aslında onların özelinde her gün aynı şeyleri yapanlara da ayna tutuyor. Kelebekler büyük bir keyifle her gün neler yaptıklarını sırasıyla anlatıyorlar ama bizim çekirge hiç oralı olmuyor. Kelebekler için oldukça ilginç geliyor çekirgenin yaşamı. Çünkü her gün farklı şeyler yaşamanın telaşında ve bu da sıradan hayat sürenlere uygun bir yaşam değil. Tanıdık bir yaşam olmadığı gibi, aynı zamanda tedirgin de edici bir hayat. 

Çekirge yoluna devam ediyor ve en son iki tane yusufçuk ile karşılaşıyor. Oldukça güzel bir bölüm burası da. Yusufçuklar çekirgenin uçamadığı için çok fazla şeyden mahrum yaşadığına inanıyorlar ve ona acıyan gözlerle bakıyorlar ama, aslında kendileri aynı duruma düşüyor. Çekirge yürümeyi çok sevdiğini, yürüdüğü yolu ve yolda karşısına çıkan çiçekleri gördüğünü, ağaçlarda sallanan yaprakları izlediğini, güneşin dağların arasından battığını gördüğünü söylüyor yusufçuklara. Onlar da bunları izleyecek zamanları olmadığını söylüyorlar. Kısacası bu bölümde, bakmak ve görmek arasındaki farkı öylesine zarif bir şekilde sunuyor ki yazar, bence anlatmamdan ziyade alıp okumanız gerekir bu kitabı. Neden biliyor musunuz? En çok da hayattan keyif almanın aslında kişinin en çok kendi bakış açısında saklı olduğunu gösterdiği için. Elimizde olmayanlara üzülürken, varolanların kıymetinden mahrum kaldığımızı gösterdiği için. Sabit fikirli olmanın hayatın tek rengine evet demek kadar olumsuz olduğunun altını çizdiği için. Yaşamın nasıl güzel, tek ve biricik olduğunu ve bu bilgiyle yoğrularak yaşamanın hakkını vermemiz gereğini vurguladığı için. Tek tipleştirmelerin ve takıntıların eşiğinde süren hayatın beyhudeliğini gösterdiği için. Kısacası dolu dolu bir yaşamın sırrını aşıladığı için. Çekirgenin karşısına çıkan her canlı ile yaşadığı olaylar ayrı ayrı hazine gibi. Ne dersiniz, o hazineyi bulmak ve en çok da çocuklarımıza göstermek sizce de güzel olmaz mı?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder